RADİKAL - Mehmet Tez // 09.08.2003

Radikal-çevrimiçi

Frankfurt-İstanbul arası bir rap hikâyesi

Frankfurt-İstanbul arası bir rap hikâyesi
FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN
Sultan Tunç, Almanya'da ıslahevi dahil pek çok gençlik derneğinde konser verdi. Sosyoloji bölümü mezunu Tunç, şimdi de Frankfurt'ta belediyenin kendilerine tahsis ettiği bir binada, getto gençleri için hip hop workshop'ları yapıyor

09/08/2003

MEHMET TEZ

Tünel'de Refik meyhanesinin oralarda bir evin üst katındayız. Yatak, kanepe, dolap, televizyon ve mutfak aletleri... Tek odalı, Asmalımescit'e bakan, cumbalı bu serin daire, Alman asıllı Türk rapçi Sultan Tunç'un evi. Daha doğrusu İstanbul'daki mütevazı rezidansı diyelim. Zira bir ayağı Almanya'da, orada doğup büyümüş; Sivas asıllı Alevi ailesi orada oturuyor hâlâ. Tunç'un ilk albümü Saygıdeğer Şarkılar henüz piyasaya çıktı. Bir yandan yeni klibini izletiyor, bir yandan anlatıyor. Yanındaki kız, ablasıymış, klibi, tamamen amatör şartlarda Tünel'de bulunan bir önceki evinin terasında çekmişler. Gürültüyü abartınca kovulmuşlar. Klipte görülen saz ekibi burada, Küçük Armutlu'da oturan akrabalarıymış. Onlara rap olayı önce biraz ters gelmiş ama müziğini sevmişler. Fazla uzatmayayım, Sultan Tunç sohbetin bir yerinde şöyle dedi: "Almanya'da Türklere bakış hep folklorik açıdan. Yani gelenek göreneklerini yaşatan insanlar olarak bakıyorlar. Oysa şimdi bu değişiyor, yeni kuşaklar gelenekleri farklı biçimde yaşatıyor." Tunç da onlardan biri mi? Cumbaya oturduk teybi açtık.
Web sitenizdeki biyografi 1990 yılından başlıyor. Ondan önce neler oldu?
Ailem Frankfurt'a yakın bir şehirde yaşıyor. Küçük bir şehir ama büyük şirketlerin, fabrikaların bulunduğu bir yer. Yani 20 bin kişi varsa 15 bini Türk'tür. Annem ve babam oraya giden kuşaktan. Üç kardeşim var, onların da hepsi okuyor.
Orada doğup büyüdünüz, nasıl bir ortamdı?
Bir çeşit getto diyelim. Gerçi o daha çok Amerikan tabiri. Bizimki hep Türk ailelerin oturduğu bir işçi şehri. Türkiye'nin dört bir yanından gelen insanlar. Trakyalı, Karadenizli, Egeli... Tabii yabancı bir ülkede olduğun zaman köken farklılığı ortadan kalkıyor. Herkes birbirine daha yakın oluyor ister istemez.
Ailede müzisyen var mı?
Babam Ankara radyosunda şarkıcıymış. Türk halk müziği söyler. Amcam da Berlin'de müzik öğretmeni. Dedem de müzisyenmiş. Tokat, Amasya şehir şehir dolaşırlarmış o zaman. Zurna çalar aynı zamanda.
Küçükken kimler dinlenirdi evde?
Ben kendimi bildim bileli evde halk müziği, dinlenir, söylenir. Ben de darbukayla eşlik ederdim. Önce org çaldım, sonra pop müziğine merak sardım. Cem Karaca ve Moğollar'dan çok etkilendim. Fikret Kızılok ve İlhan İrem'i de çok severim.
Peki siz nasıl rap'çi oldunuz?
11 yaşındaydım. Müzikle ilgileniyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum. Darbuka, org, işte kayıtlar yapıyoruz filan. Bir gün ağabeylerimden biri bir plak getirdi; Run DMC'yi tanıdım. O günden sonra her şey giderek netleşti. Evde kayıtlar yapmaya başladım. Okulda çocuklara dağıtıyordum, onlar da beğeniyordu. Sonra ilk grubumuzu kurduk. Okuldan prova saatleri aldık. Karşılığında yapmamız gereken, sene sonunda okuldaki konsere çıkmaktı. İnsanların ilgisini çekmeye başladı. Genelde daha alt sosyal seviyelerden çocuklardık. Arkadaşlarımın çoğu yabancı kökenli zaten. Yugoslav, İtalyan, Yunan...
Islahevlerinde de konser verdiniz. Nasıl oldu bu?
Her belediyenin gençlik kulüpleri vardır. Sosyal etkinlikler için mekân sunarlar. Biz de bu imkanlardan yararlanıyorduk. Karşılığında, ıslahevlerinde konser vermemiz bekleniyordu. Pedagoglarla birlikte çalışıyorsun. 15 ıslahevinde, gençlik kulüplerinde konserler verdik. Ben sosyoloji bölümünü bu yıl bitirdim Almanya'da. Şimdi Frankfurt'ta belediyenin bize tahsis ettiği bir binada hip hop workshop'ları yapıyoruz.
Peki ne anlatıyorsunuz oradaki gençlere mesela böyle bir workshop'ta?
Yapabileceği çok bir şey yok. Çoğu sokakta. Onlarla bir şekilde iletişim kurmak için biz devreye girmiş oluyoruz. Yaşlarımız yakın, onların geçmişini biliyoruz aynı yerden geldiğimiz için, daha iyi anlıyoruz onların sorunlarını. Alman hükümeti zaten Türk gençlerinin pedagojik çalışmalar yapmasını destekliyor. Bizim aracılığımızla pedagoglar, sosyologlar onlarla görüşebiliyor, onları anlamaya çalışıyor.
Son olarak oradan bakınca, Türkiye nasıl gözüküyor?
Valla çok büyük bir potansiyele sahip ama bunu bir türlü değerlendiremeyen bir yer olarak görüyorum. Krizden sonra çok fazla sayıda Türk genci geldi, bunu söyleyebilirim. Kimi öğrenci olarak, kimi çalışmaya. Hepsi kalifiye elemanlar ama Almanya'da çalışıyorlar.


OTELDE UNUTULDU
Türkiye'de albüm çıkarma hikâyesi nasıl gelişti?
Önceleri tabii hep uzaktan bakıyordum. Aslında albümü 1999 yılında çıkaracaktık. Fakat deprem olunca her şey yattı. Rafet el Roman'la çıkaracaktık albümü aslında, ama o da olmadı. Rafet bizi Almanya'da görüp beğenip buraya çağırdı. Anlaşma imzaladık. Derken işler gene karıştı. İstanbul'a geldim bir otel ayarladılar çok komik. Geceleri televizyon izliyorum, Rafet eşiyle kavga ediyor filan durum iyice karıştı.
Sizi otelde unuttular yani...
Biraz öyle oldu, en azından bu zamana kadar beklemek zorunda kaldım. Ve başka bir şirketten çıkardım, bana çok yardımcı oldular; Arma Müzik.
Saygıdeğer Şarkılar ne demek?
Yıllarca bitirdiğim parçaları bir araya getirdim. Bir çeşit günlük gibi. Pek çok tarz var albümde. Reggea, funk, hip hop... Adını da öyle koydum, içimden öyle geldi.
Reha Muhtar'ın sesi, eski Türk film replikleri gibi unsurlar kullanmışsınız arada?
Evet, herkesin bildiği sesler, çok tanıdık, klasik oldular artık o yüzden kullandık.

Hiç yorum yok: